13 Ocak, 2013

Life Of Pi

Film hakkında yazmadan önce, 3d olarak izlenmesi gerektiğini belirtmek isterim. İki nedeni var; hem görsellik açısından film oldukça iyi görüntülere sahip, hem de filmin yapısı 3d tekniğinde yorulmadan izlemeyi mümkün kılıyor. Çok aksiyonlu filmlerin 3d olarak izlenmesi izleyici için gereksiz derecede yorucu.


İlk yarı Pi'nin fiziksel olarak hayatta kalma, bulunduğu yeri ve durumu kavrama, başına gelenleri sindirebilme çabaları ile geçtiğinden aksiyonu biraz daha bol ve yer yer gerilimli. İkinci yarıda ise hem görsel anlamda müthiş deneyimler yaşatılıyor, hem de ruhsal bir yolculuğa çıkıyoruz. Pi'nin hikayesinin detaylarını olaydan sağ olarak kurtulduktan sonra bir yazara anlatırken öğreniyoruz.

Babası hayvanat bahçesi sahibi olan Pi, anne, babası ve kardeşi ile birlikte maddi sebeplerden ötürü Hindistan'dan Kanada'nın Fransızca konuşulan bir bölgesine gitmeye karar verirler. Gemi ile çıktıkları yolculuk esnasında gemi, filmde açıklanmayan bir nedenden dolayı batar ve bir kaç hayvan ile Pi okyanusun ortasında kalakalır. Ailesini kaybetmenin şoku ile baş etmeye çalışırken, okyanus üzerinde bot içinde yüzlerce gün sürecek olan yaşam mücadelesinin başlangıcındadır. 




Pi'nin yazara anlattığı ve filmde izlediğimiz ana hikayenin yanında, geminin batmasını araştıran sigorta görevlilerine anlattığı diğer bir versiyonu daha bulunuyor hikayenin. O versiyonu da filmde anlatarak, yazara hangisini yazmayı tercih ettiğini soruyor. Yazar filmi oluşturan ilk hikayeyi tercih ediyor, bu tercihin nedenini daha dramatik ve hakkında yazmaya daha müsait olduğu için anlayabiliyorum. Fakat Pi'nin babasının da filmin başında öğütlediği rasyonel düşünmeye de gönderme yaparak bu hikayenin gerçek versiyonunun izlediğimizden farklı, sigortacılara anlatılan ikinci versiyonu olduğunu düşünüyorum.

Pi karakterini üç dine de inanan bir karakter olarak göstermek ilk başta herkesi mutlu edelim kolaycılığı olarak görünse de, detaylar şekillendikçe aslında karakter olarak; hem araştırmaya, üzerine gitmeye hem de inanmaya çok meyilli biri olmasından dolayı bu durumun o kadar yapay durmadığını görüyoruz.

Bence en etkileyici sahnelerden biri, tüm bu yaşadığı zorluklara ve hayatta kalma mücadelesine rağmen inancını yitirmeyen Pi'nin fırtına sonucunda kollarını yukarıya açarak seslenmesi ve 'Her şeyimi aldın, daha ne yapabilirsin, neyi alabilirsin?' diyerek isyan etmesiydi. Tüm yiyeceklerinin fırtınada kaybolmasıyla öleceğini düşündüğü zaman 'Kendimi sana bırakıyorum tanrım, ne olacaksa bana göster' demesiydi.


227 günün özeti insan hayatının özetidir bence. Güneşli güzel günler, fırtınalar, yaşanan aksilikler, yalnızlık, umut etme, umutların tekrar tekrar yitirilip, yeniden yeşertilmesi, bir şeylerden destek alabilmeyi ummak, isyan etmek, teslim olmak.


Şunu da eklemeden bitirmek olmaz, filmin hikayesinden daha fazla okyanusun ortasında tek başına günlerini geçirmek ve hayatında daha önce hiç görmediği canlılar ile karşılaşmak, gecenin ve günlerin getirdiği durumların ayrı ayrı tecrübe edilmesi ve tüm bunlara eşlik eden görüntüler daha etkileyiciydi benim için. Sinema insan ruhuna ve beynine diğer sanat dallarından çok daha fazla etki edebiliyor. Bu da bize gösteriyor ki, çok iyi senaryo veya sözler yazmak değildir sinema! Sözlerin ve senaryonun ardında, daha derin ve farklı bir katmana inerek, görüntü yardımıyla detayları yansıtma teknikleri kullanarak 'o hali' seyirciye bilhassa susarak yansıtmaktır. Bir noktada hikayeler önemini yitirir ve yerini hallerin yansıtılmasındaki derinliğe bırakır.

Sinema göğe merdiven dayayabilmelidir, ancak bu şekilde aktarım gerçekleşebilir.