07 Nisan, 2013

Tepenin Ardı

Hikayesi oldukça sağlam ve izleyici tüm film boyunca canlı tutan, aldığı övgüleri hak eden gayet iyi bir filmdi.

İnsanlık halleri, ikiyüzlülük, yalan, aldatma gibi bir yığın kocaman ve ağır duyguları, yalıtılmış bir ortam olan filmin geçtiği dağ başında olduğu gibi ve gerçekçi olarak filme çok başarılı bir şekilde aktarılmış. Bu sebeple de bundan sonraki işlerini de merakla bekleyeceğim bir yönetmen Emin Alper.

Hikaye o kadar iyiydi ki, güçlü hikayenin çok iyi kullanılmış bir sinema diliyle buluşmasından ortaya nasıl güzel likte bir sonuç çıkarsa, tam da öyleydi film.

Anneleri ölmüş olan ve babaları ile yaşayan iki erkek çocuğu. Bunlardan büyük olan, Zafer muhtemelen askerlikte ağır bir travma geçirmiş ve ilaç kullanıyor. Küçük olan ise tam bir ergen, silahlara meraklı, başına buyruk ve ukala. Babaları ile birlikte dedesinin yanına dağ başında bulunan küçük eve geliyorlar. Dedeleri ile kalan bir aile var, işlere yardım eden. Meryem, eşi ve iki çocuğu. Meryem'in oğlu Sülü çobanlık yapıyor, o yalıtılmış insansız yerde bile, evde değil kendi özel kulübesinde çoban köpeği ile birlikte kalacak kadar içine kapanık.

Dede karakteri yörükler ile kafayı bozmuş. Dediğine göre tepenin ardında yörükler bulunuyor ve onun ekili yerlerinde sürülerini otlatıyorlar, zarar veriyorlar. Başına taş düşse yörüklerin yaptığını düşünüyor. Kavaklarına zarar verildiğini görünce de önce yörüklerden şüphelense de, yanında çalıştırdığı Meryem'in eşinden şüphelenmek hiç aklına gelmiyor. Düşmanını tam anlamıyla kendisi yaratıyor ve dedenin bakış açısı kaynaklı bir sürü olaylar gelişiyor filmde. Bir çoğu düşündüğü gibi değil ve failleri aile içinden ve yakınlarında bulunuyor.


Paranoya ve bir fikre sorgusuz inanmanın sonuçlarını izleyici dehşet içinde görüyor filmde, temelde filmin konusu bu. Sos olarak ise, torunu Caner'in dürüst olmayışı ile Sülü'nün köpeğini vurduğunu söylemeyişi, buna karşılık sinirlenen ve üzülen Sülü'nün bu olay üzerine bir de annesi ile Caner'in babasını görmesi sonucunda tam bir felakete sürükleniyorlar. Caner'in babasının da 'kötü' yörükler diye bahsettiği o sahnede, kendisinin Meryem'e yaptığı kötülük de seyiricinin aklına ilk gelendir o sahnede.


Filmin iki çok güçlü karakteri olan Sülü ile Zafer'in birbirine hiç benzemeseler de, garip bir benzerlikleri vardı bana göre. İkisi de aynı insanın farklı yönleri gibi tamamlayıcılardı. Zafer'in gördüğü halusinasyonlar ile askerlikte yaşadıklarını sürü ile özdeşleştirmesi, kendi sonunu hazırladı.