16 Şubat, 2013

Bir Senaristin Ruh Macerası

Ünlü senarist Ayşe Saşa'nın soru cevap şeklinde otobiyografisi. Çocukluğundan, senaryo yazma mücadelelerine, evliliklerine, ailesine ve yaşam yolculuğuna dair sade bir dille yazılmış sürükleyici ve dolu bir yaşam öyküsü.



Çok ilginç bir hayatı var Ayşe Saşa'nın. Ailesi zengin, önemli ve tanınmış insanlardan oluşuyor ve katı bir şekilde batı özentisine sahip, hatta takıntı sayılacak şekilde. Çocuklarını da yabancı dadılar ile 'disiplinli', sevgisiz, inançsız ve yabancı diller konuşularak çok iyi okullarda yetiştiriliyorlar. Anne ve babası çocuklarını tamamen yabancı dadıların ellerine teslim etmişler, ilgi ve sevgilerini esirgemişler, bu onun tüm hayatını etkileyecek ve hatta ilerde psikolojik olarak hastalanmasını sağlayacak derecede büyük bir olay, etkilerinden yaşamı boyunca kurtulamıyor. Bir kültürün yaşam tarzını, eğitim şeklini birebir alarak çok farklı bir kültüre uygulamanın verdiği sarsıcı sonuçları bir insanın hayatı üzerinden çok net bir şekilde gözlemleyebiliyoruz bu sayde, kendisi de sık sık bu noktayı vurgulayan örnekler veriyor. Batı kültürünün aşırı ideailize edilerek, bir şablon gibi birebir uygulanması felaket ile sonuçlanıyor bir çocuğun/gencin hayatında.

Farklı hayatlarda da farklı faktörlerin aileler tarafından idealize edilmesinin örnekleri çoktur. Sanırım bu her şeyde olduğu gibi çocukların da 'eşya' olarak sahiplenilmesinden ve anne babanın kafasındaki idealleri gerçekleştirmek için çocuğun hayatını kullanmasından kaynaklanıyor. Heykel veya oyun hamuru gibi kendi egolarının da bir nevi gerçekleştirildiği ve ön plana çıktığı bir küçük yaşam alanları çocuklar. Bireylerin seçimlerine önem vermemek ve saygı göstermemenin bozuk temelleri daha ailede atılmaya başlandığından da toplumun geneli bu eğilime sahip oluyor ve fark etmiyor bile.

Çevresinde ünlü yönetmenler, sinemacılar ve yazarlar bulunan Ayşe Saşa hayatının büyük bir bölümünü senaryo yazarak, yazmaya çalışarak geçiriyor. Çocukluğunda şefkat ve sevgiden yoksun olarak yetiştirilmesinin de etkisi ile ailesine tepki olarak yaptığı evliliklerinden aradığını bulamıyor (sonuncu evliliği hariç).

Tüm yaşadıkları, ailesi ile olan sorunları, kırgınlıkları sonucunda oluşan psikolojik hastalık atakları ile deliliğin sınırında geziniyor. Bunların üzerine sevdiklerinin de hayattan ayrılmaları ile içsel yolculuğuna, ruhunun katmanlarına inerek, özünü bulma çabasına başlıyor bir entelektüel olarak. Bazı hayatlar zor, zor hayatların sonunda kazanılan tecrübe ve bakış derinliği de buna değdiğinin bir kanıtı olsa gerek. Hayatın sonuna iyice yaklaşıldığında hissedilen, düşünülen şeyler ile yapılan çıkarım çok net ve gerçekçi oluyor. Başlanılan nokta (sıfır noktası) ile gelinen nokta arasındaki katedilen yolun ve yaşananların incelenmesi açısından çok sürükleyici bir kitap. İnsan bu farkı her zaman bu denli net yakalayamayabiliyor. Aynı zamanda Ayşe Saşa'nın kendi aktardığı gibi çevresinde çok fazla yol gösterici, hayata ve yaşama motivasyonuna dair anlamlı şeyler söyleyebilecek, yol gösterici, istediği ruhsal doygunluğu ona verebilecek kişilerin yer almadığından, kitapların ve sinemanın etkisinin de bu yolculuk da ne derece önemli olduğu ortaya konuyor.

Kitaptan bazı alıntılar/notlar:

'Çünkü biz hep modern zamanlarda olmaktan dolayı karamsarlık duyuyoruz. Bu karamsarlık da pek çok şeyden kaytarmamıza neden oluyor, umutsuzluk veriyor. Zaman o kadar kötü ki biz mazuruz falan gibi...'

'Benim çocukluk yıllarımda bile zümre; bu geleneği kökten reddeden, yeni diye düşünülen her şeye kucak açan ve dolayısı ile geleceğe nakledeceği hiçbir şeyi olmayan insanlardan oluşuyordu.'