21 Ağustos, 2011

Oscar et la dame rose



Fransız yazar Éric-Emmanuel Schmitt'in 2002 yılında yayınladığı Oscar et la dame rose (Oskar ve Pembeli Kadın) adlı romanından uyarlanmış bir film



Son zamanlarda izlediğim en iyi filmlerden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ölüm döşeğinde olan çocuğun (Oscar) son günlerinde hastaneye kendi yaptığı pizzaları satmaya gelen pembeli kadın ile tanışması ve hayatının son on iki gününün hikayesini anlatıyor.


Hastalığını öğrendikten sonra ailesinin kendisi ile yaşadığı iletişimsizliğe kızan, kendini terk edilmiş hisseden ve onlara küsen Oscar tanıştığı pembeli kadının her gün gelip ona son günlerinde eşlik etmesini ister, geçmişinde yaşadığı talihsiz olaylar karşısında sevmek ve sevilmekten korkan ve kendini kabuğunun içinde yaşamaya zorlayan pembeli kadın ise Oscar'ın bu isteğini ilk başta geri çevirecektir.


Daha sonra Oscar'ın bulunduğu hastanenin pembeli kadının pizzalarından her gün almayı kabul etmesine karşılık, son 12 gün boyunca Oscar'a eşlik etmeyi kabul edecektir pembeli kadın. Bu noktada pembeli kadının karakterine daha yakından bakma imkanı veriyor film bize. Onun aslında ne kadar sevmek sevilmek kadar hastalıklardan da korkan kırılgan bir kadın olduğunu fark edip, geçmişini merak etmeye başlıyoruz.

Oscar pembeli kadın ile birlikte inanmadığı yaratıcıya mektuplar göndermeye başlıyor. Mektuplarında korkularını, isteklerini yazarak pembeli kadına veriyor, bir balona bağlayarak "yukarı"ya iletiyorlar mektupları böylece.


Filmdeki en hoş ayrıntılardan biri de Oscar'ın çok küçük yaşta hayatı tam anlayamadan ölecek olmasını bilmesinden dolayı pembeli kadının çok farklı önerisi oluyor; normal bir insanın yaşayacağı uzunlukta hayatı Oscar'ın son 12 güne bölüyorlar ve böylece bir gün içerisine yaşayamayacağı ergenlik, gençlik, orta yaş ve yaşlılık anksiyetelerini, sorunlarını yıllarını sığdırıyorlar Oscar'ın. Hastalığının son günlerinde oluşan fiziksel problemleri yaşlılıkta yaşaması muhtemel olan muhtaç olma ve fiziksel anlamda kısıtlanmalarına denk düşüyor.