27 Aralık, 2012

Buğu (Nihan Kaya)


Normalde okuduğumdan çok daha yoğun olarak okuduğum dönemlerden birindeyim yine. Ara sıra böyle oluyor, işten eve gelip bir an önce tüm kıyafetlerden, yemek yeme derdinden ve yapılacak tüm rutin işlerden sıyrılıp kitap okumak istiyorum. İki akşamda bitirdiğim ve arka kapak yazısından seçtiğim bir kitaptı Buğu. Nihan Kaya'yı tavsiye üzerine, ilk defa okuyorum, diğer kitaplarının da güzel olacağını düşünüyorum. Nedense kitapların arka kapakları beni yanıltmıyor çoğu zaman.

Yazarın çok sade bir dili ve güçlü bir anlatımı var. Bu nedenle de bir tarz oluşturabilmiş yazarlardan, özellikle duyguları benzettiği durum ve somut şeyler ilgi çekiciydi.

'Herkesin bir derdi var. Mavileri ayrı, pembeleri ayrı ipe diziyorum. İpler odayı parçalara bölüyor. Parçaların içinde tekrar tekrar bölünen silüetlerin (her şey, sadece bir yanılsama çünkü) her biri ayrı bir yanılsama peşinde koşuyor. Çoğu yanlış yerde, çoğu yanlış iz peşinde '

Romanda Filistin'de anne ve babasını çocukken kaybetmiş Nur adlı bir karakter ile onun güçlü ve karakteristik duruşuna çocukluktan beri hayran olan yahudi bir karakter Yasef var. Nur tam anlamıyla dava kadını, kendini vatanına adamış, küçük yaşta ailesini kaybetmesi bu kadar dirençli ve azimli olmasına neden olmuş, gözü oldukça kara! Karşısında ise onu seven, dokunmaya kıyamayan naif bir karakter Yasef. Karakterlerin uyumsuzluğu had safhada, zıtların birbirini çekimi klişesi bu hikayede hayat bulmuyor, daha farklı bir şey oluyor. Günün birinde hayatlarına giren üçüncü bir karakter, Nur'un ilgisini kendine çekmeyi başaran, onun kadar güçlü, azimli ve dava adamı olan: İmran.

Yasef hikayede Bakırköy akıl hastanesinde, İmran ve Nur'u öldürmek ile suçlanmış, delirmiş bir halde. Hikayesini bize; Yasef'i dinlemeye ve hikayesini araştırmaya başlayan Nihan Kaya , hem 'Gerçek' hem 'Roman' olarak aktarıyor Buğu'da.

'İki insanı birbirine bağlayan, gerçekten bağlayan, hep ortak acı mıdır? O zaman, hayatımız ve ilişkilerimiz de acı üzerine mi kurulu aslında? Neden ortak bir sevinç bu kadar bağlayamıyor bizi birbirimize?'

'...Aşkın eti budu hepsinden daha soyut, ama hepsinden daha barizdir. Dokunursun ama tutamazsın. Yaslanırsın, dayanamazsın. Hep kayıp gitmek gibi, gidip gidip varmamak gibi; sabun gibi.'

İnsan nedense sürekli yaşadığı duyguların veya sahip olduğu şeylerin orada olduğunu sınamak ister! Bazen kulaklarda kalan bir sesin tekrar tekrar beyinde çağırılması, okunan kelimelerin beyinde yan yana dizilmesi aslında hep o şeylerin yerinde olup olmadığını bilmek için değil midir?

'Sesi düş gibi değildi, düşten uyanmak gibiydi.'

Düz yazının şiirsellik özelliği gösterdiği metinler azdır, bu romanda bolca rastlamak mümkün oldu. Bu açıda dahi farklılık oluşturabilen bir kitaptı. En beğendiğim kısımlardan biri de, elinde sürekli sabun oyan 'deli' karakterlerden birinin yüzük yapması ve gerçek gibi yüzüğe bir hikaye uydurmasıydı. Gerçekti belki de, bilemeyeceğiz. Yasef'in de katil olup olmadığını bilmediğim gibi, sonunda ne olduğunun önemli olmadığı, içinde bulunulan durumun sürmesini istediğim anlar olması ve bu duyguyla yetinerek bilmek istememek gibi.

'Sabun, kavrayamamayı, parmaklarınızla dokunsanız bile avucunuzda onu idare etmeyi öğrenmeden tutamamayı, tam manası ile sahip olamamayı, arada kalmışlığı, mekansızlığı temsil ediyordu.'

'Ben parça parçaydım, Nur bütündü; beni topluyordu, bütünlüyordu, bir araya koyuyor, adam ediyordu. Adam olmayı onunla anladım.'

Ne güzel yazılmış bir kitap...