12 Aralık, 2011

Tutunamayanlar...



İlk defa bitirdiğim bir kitabı bir yere koyamıyorum. Üzerinden fazla zaman geçmeden hakkındaki düşüncelerimi yazarak, bende bıraktığı izlenimi daha doğru aktarabilmeyi umuyorum sadece.
Çok farklı bir kitap olduğu için okumak gerekiyormuş, okumayan bir şey kaybetmez sözünü duymuştum bu kitap için ama doğru değil bence. Kitap bazen sıkıcı ilerledi, bazen de çok yalın ve gerçekçi insanın kendi düşüncelerini yazdığı bir günlük gibi, bazen de sonunu merak ettiren. Kitabın verdiği duygu kesinlikle karamsarlık değil bence, yer yer kitabı oldukça komik daha doğrusu ironik buldum. 
Selim’in toplumun normlarına, genel geçer kurallarına, uyumsuzluk göstermesi ve ailesinin, akrabalarının zaman zaman da arkadaşlarının beklentilerini karşılamakta ‘yetersiz’ oluşu kitapta özellikle sonlara doğru çok iyi bir şekilde işlenmiş. 
Kitabı henüz karamsar olduğunu düşünerek ve ismini itici bularak okumayanlar, tutunamayanları oluşturan bireylerin,  loser olarak adlandırılan bireylerden oluştuğunu düşünüyor olabilirler. Her bireyin zaman zaman yaşadığı topluma, ailesine ve arkadaşlarına yabancılaşması ile bunları sorgulamaya başladığı dönemleri olmuştur ve olacaktır fakat Selim’i ve daha sonrasında da evli, barklı ve çocuklu olan Turgut’un da yaşadığı keskin yabancılaşma ve kopuş, onların gerçek tutunamayanlar grubuna ait olduğunu gösteriyor bize. Paul Auster’ın romanlarında sık sık düşünceleri ve davranışları klasik toplumsal algının ve kuralların dışında olan, toplumun dışına itilen bu tarz karakterlere rastlayabiliyoruz, ancak Selim karakteri gibi bir karakteri Türk romanlarında bulmak imkansıza yakın.
Sonuç olarak kitap kesinlikle okunması gereken fakat anlatıldığı kadar da büyük anlam ifade etmeyen bir kitap oldu benim için, overrated buldum diyebilirim (nihilistler kızabilirler belki ama). Okunması gerekli diye belirtmemin sebebi, şu ana kadar okuduğum kitapların hiçbirine benzememesi.


Not: Tutunamayanlar kesinlikle bir aşk romanı değildir.


Kitaptan kalanlar;
“Selim gibi görünmenin bana neye mal olduğunu bilseler. Yatağın içinde büzülmüş bu satırları yazarken nasıl kahramanca bir dayanma gösterdiğimi fark etmiyorlar. Kimse karşısındakinin parçalanışını görmek istemiyor.”

“Hayata atılmak gibi bir çılgınlığı nasıl yaptım? İnsanların dünyasına atılmayı nasıl göze aldım? Ben insan değildim ki. Yaşamadığım bir hayatın içine nasıl atıldım?”

“Kişisel değer saydığımız şeylerin, toplumun baskısıyla edinilmiş sahte nitelikler olabileceğini de hiçbir zaman akıldan çıkarmamalıyız.”

“Moment adında bir kavram: ne otobüste çıkar karşınıza ne de sinemada. Kimse birbirini öldürmez moment yüzünden.”

“Anneme arada bir çatarım: kalıtım nedeniyle. Mendel yasaları ile hırpalarım onu. Daha akıllı, daha kabiliyetli, daha becerikli olsaydın, ya da beni doğurmasaydın, diye yüklenirim ona. Eksik yönlerini düşünseydin; bunların çocuğuna da geçeceğini düşünerek evlenmeseydin. Liseyi bitirdiğine göre, sana da Mendel yasalarından bahsetmişlerdir. Ayrıca babamla bu kadar farklı bir temel yapıya sahip olduğun halde, neden onunla evlendin? İkiniz aşırı çelişik uçlarda bulunan karakterlerinizin bana nasıl etki edeceğini, benim hücrelerimi nasıl bir çıkmaza sokacağını hiç düşünmediniz mi?”

“Ne kadar tanıyorsunuz beni canım? Derimin altındaki karışıklığı bilmeden yargılıyorsunuz beni.”

“Bu telaşı ve bu güneşi…ve insanların, bütün bunlara aldırmadan çaba göstermesini anlamıyordum. Bu gücü nereden buluyorlardı? Dış etkilere duyarlılıkları kalmamıştı. Sağlam kayalar gibi yuvarlanıp gidiyorlar, önlerine çıkan zayıf cisimleri ezip geçiyorlardı."