14 Nisan, 2012

Yeraltı




Tüm filmlerini daha önce defalarca izlediğim ve favori yönetmenim olan, yaptığı işleri ilgiyle takip ettiğim Zeki Demirkubuz'un son filmi Yeraltı'nı bugün sinemada izledim.
Şu an çok az sayıda sinemada oynuyor, İstanbul'da bile sayısı oldukça az, sanırım diğer şehirlere de çok sonra gidebilecek. 60-70 kişilik salonda bugün yaklaşık 30 kişi ile izledim, izleyicilerin tamamı orta yaş ve üstünden oluşuyordu. Filme gelenlerin bir kısmı Dostoyevski- Yeraltından Notlar uyarlaması olduğu için, bir kısmı yönetmenin filmlerini takip ettiği için, diğerleri de oyuncular için gelmiş gibi geldi gözlemlediğim kadarıyla.
Yönetmenin diğer filmlerinin sıkı takipçisi olanlardan bu filmi izleyenler görsel açıdan, estetik, ışık kullanımı ve ışıklar ile oynama anlamında kendi eski filmlerinden oldukça farklı bir film olduğunu hemen fark etmişlerdir kesinlikle. Bu noktada film şaşırtıyor yönetmenin takipçisi olan kitleyi.
Serbest uyarlama olması konusuna gelince, birebir uyarlama olmadığı için Kıskanmak'ta da olduğu gibi bence başarılı bir uyarlama olmuş. Karakterlerin bir çok noktada romandaki ile benzeşmesi fakat birebir olmayışı, yoruma açık noktalar ve sağladığı özgünlük ile özgür bir alan yaratmış izleyiciye.


Muharrem memurluk yapan, Ankara'da yaşayan huzursuz bir bireydir. Arkadaşı ve ailesi yoktur. Nefret ettiği bir arkadaş grubunun yemeğine kendisini zorla davet ettirir. Yemek ve yemekte geçen konuşmalar, filmin bu sahneden yazılmaya başladığı hissini verdi bana, tıpkı daha önceki filmi Masumiyet'teki piknik sahnesi gibi. Bu film kurgu, senaryo anlamında diğer filmlerine göre daha sade ve yavaş, fakat çok daha cesur bir film. Eleştiriler barındırıyor bünyesinde; ödüller, toplumun başarı algısı, solculuk, ahlakçılık, her konuya yüzeysel yaklaşma eğilimi, gerçekleri dile getirmekten, eleştirmekten korkma konularına. Ben Muharrem'in yalnızlığının sebebini ağırlıklı olarak, çevresindekilerinin şişen egolarını patlatmak ile uğraşmasında buldum. Bunun sonucu olarak toplum tarafından ister istemez isole ediliyor ve 'iyi olmak istiyorum, bırakmıyorlar' şeklinde filmde isyan ederek dile getiriyor. 


Muharrem'in iç ses cümlelerin yansıması, söylemek isteyip söyleyemediklerini yansıtma biçimi yönetmenin ilk defa kullandığı bir yöntem, filme de çok yakışmış.
Film, beni en çok arkadaşlık kurduğumuz, iş yaptığımız/yaptırdığımız çevremizdeki insanların bizimle ve bizim onlarla kurduğumuz, birbirimizi kesinlikle gerçek anlamda eleştiremediğimiz ve bu ilişkilerdeki aman bozulmasın/kırılmasın/gerilmesin yapaycılığı çabasından tiksinme konusunda yakaladı diyebilirim. Bu yapay çabalar her şeyi olduğundan farklı göstererek, gerçekleri gölgelendirmekten ve eninde sonunda ortaya çıkacak olan durumların ve duyguların oldukça geç ortaya çıkmasına sebep olmaktan başka bir işe yaramıyor, zaman kaybettiriyor. 
Film ile ilgili son günlerde sosyal medyada dönen 'gönderme' polemiğine değinmeden edemeyeceğim; sıkıntı dilimizde sıkça kullanılan bir kelime, özellikle filmde de yer alan Ankara ve memuriyet olgularını düşündüğümüzde çoğunun aklına ilk gelen: sıkıntı duygusu olur. Filmde Mayıs Sıkıntısı (Nuri Bilge Ceylan) göndermesi olduğunu düşünmüyorum, öyle bir izlenime de kapılmadım, görsel anlamda yönetmenin diğer filmlerinden farklılık olmasını da takip edenler bilir, daha önce film çekim aşamasındayken yapılan röportajlarda da sıkça belirtmişti yönetmen. 
Sıkıntılı bir ama sıkıcı olmayan bir film. Gerçekler çoğu zaman eğlenceli değildir, her birey bu tür yoğun duyguları, hem iç hem dış dünyaya yönelik gözlemlerini bu denli derin ve hissederek yapmak zorunda da değildir. Tüm insanlar ahlak, etik, gerçeklik gibi meseleleri derinlemesine ele almıyorlar, bu nedenle de bu tarz filmlerin herkese hitap etmemesini oldukça normal buluyorum.
İyi seyirler...