17 Haziran, 2012

Ateş ve Bahçe - Leyla İpekçi




Sürekli şehir ve ilkeleri gezerek, farklı konularda farklı millet veya yörelerden insanlar ile röportajlar yaparak, görüntüler hazırlayarak belgesel filmler çeken bir çift…Yaptıkları gezilerden birinde eşini kaybeden kadının iz sürme ve görüntüler ile hikayelerin peşine düşme süreci. Sonunda eşini bulabilecek mi diyerek sonuna kadar heyecan ile okudum fakat hikaye biraz geri planda kalmış gibi bitti, anlam veremedim. Daha çok gezi ve belgesel notları içerdiğinden, hikayesini gölgede bırakmış izlenimi verdi bana. Bunun yanında, mekan tasvirleri sanki okuyucu da aynı mekanlarda geziyor hissi verecek şekilde güzel. Leyla İpekçi’yi ilk defa okuyorum, kitap genel olarak kendini okutsa da, iyi ki okumuşum diyemedim. Yazar bana biraz da Nazan Bekiroğlu’nu hatırlattı, neden bilmiyorum. Yine de ilk defa okuduğum yazarsa ve çok etkilenmediğim bir kitabıysa yazarın, ikinci bir kitabını daha mutlaka okuyorum. Ondan sonra yazar hakkında daha net bir fikir edinebileceğimi düşünüyorum. 

Geziler esnasında gidilen her hangi bir mekândan alınan kolonyalı mendili çantaya atarak, apayrı bir şehirde o mendili kullanıyor olmayı seven biri daha varmış, benim gibi.
O kadar şehir, ülke gezildikten sonra doğu batı karşılaştırması yapılmaksızın bitmesi beklenemezdi kitabın. Değerlendirmelerin biraz abartılı bir dille fakat objektif bir temele dayalı olarak yapıldığını söylemek doğru olacaktır.
‘Batı’da hayatı çağrışımlarla anlama hevesine kapılırdım. Kendimi çözümleme için çılgınca bir enerji sarf etmeye başlardım. Almak, daha çok almak, tüketmek isterdim. Serbest çağrışımlarla dolardı cebim. Doğu duruyor, yerinde sayıyordu. Selamını uzun uzun veriyordu. İnsan yüzleri beni bulanık bir zamanın içine fırlatıverdi. Etraf kahve ve çikolatalı kruasan değil, lağım ve çöp kokuyordu.’
‘Çıplak dolaysız, somuttu Avrupa. Kendini o kadar çok göstermişti ki, bakacak bir yeri kalmıyordu giderek. İçine kapanıyordu son çare olarak.’

Rus yönetmenin de Batı için söylediklerine değinmesi güzel bir ayrıntı. Tarkovski bu konuda şöyle diyor: ‘ Batı sürekli haykırıyor! Bak bu benim, bak nasıl acı çekiyorum. Ben ben ben!
Geziler sırasında karşılaştıkları yabancıları, onların hayata, varoluşsal sorunlara ve dinlere karşı bakış açılarını özetleyen röportajlara yer veriliyor kitapta.
‘Dünya, hiyerarşi anlamında bir numarada duruyor hep. Evren algısı genişlerken, her şeyi buraya kıstırmak…Ve burayı mutlaklaştırmak! Birer dünya faşisti yapıyor bizi!’
‘Tenin isteklerinden daha fazlasını doyurmamız gerek. Yoksa kadavralaşma başlıyor.’
‘Hayata bağlanmanın yollarından biri, her gün belirli aralılarda aynı şeyi yapmaktır.’