Yazarın ilk romanı ve ilk roman için yüksek bir seviyede. Haliyle yukarıya çekilen bu seviyenin daha sonraki kitaplarda karşılanamaması gibi bir sorunu aklıma getirdi. Fakat sonraki kitaplarından olan 'Düş Kesiği'ni de okumuş biri olarak bu endişenin yersiz olduğunu düşündüm Güray Süngü için.
Çok okumanın risklerinden biri de eskisi kadar fazla okumaya değer kitap bulamamak, kolay beğenemiyor olmak her ne kadar paradoks gibi görünse de. Eskiden beğendiğim kitaplardan uzaklaşmam, yeni yazarlar ve tarzlar keşfetmeme neden oldu. Sanırım Güray Süngü'nün tüm kitaplarını okuyacağım, karakter tahlillerinin, kurgunun içine çekildiğimi hissediyorum okurken. Bu özellik kolay yakalanamayan bir ayrıcalıktır aslında, edebi açıdan iyi ve etkileyici eserler ortaya çıkabilir fakat karakter ve kurgu bütünlüğünün oturmadığı kitaplarda güzel kelime ve cümlelerin yan yana yer almaktan öteye gidememesi sıkça rastlanan bir durum.
Kitabı okumaya otobüs yolculuğunda başladım ve yine dönüş yolculuğunda da tamamladım. Bazı yerlerinde durmak, soluklanmak zorunda kaldım. Bazı yerlerinde de dönüşüm gece yolculuğu ve iç ışıklar kapalı olduğundan ikram saati gelse de yarım saat bile olsa devam edebilsem diye bekledim. Bundan sonra okuma lambası ile otobüse binmeyi planlıyorum!
Her kitap için bir sindirme yani üzerinde düşünme süresi vardır. İyi yazılmış kitaplar için bu süre uzun sürebiliyor. Sindirdikten sonra bir de etkisi altında yaşamak evresi vardır ki, roman veya öyküde herhangi bir durum veya karakter ile okuyucu arasında sıkı bir bağ kurulmuşsa bu süre hayat boyunca dönüp dönüp okumaya kadar ilerleyebilir. Tıpkı bazı insanların Tutunamayanlar'ı her sene okuması gibi.
Ayhan'ın hikayesiydi bu. Babası despot ve ona bir yaşam şeklini dayatıyor, annesi ise babanın bu baskın karakterinin gölgesi altında kaybolmuş, adeta yok gibi. Buna rağmen çocuğu ile kocası arasında denge olmaya çalışıyor ve bu çabası onu daha da acınası bir duruma düşürüyor Ayhan'ın gözünde. Babasının Ayhan'ı 'adam' olsun diye bir yatılı okula bırakmasından sonra Ayhan'ın anne ve babasına yabancılaşması ve daha sonra tüm hayatının bu olayın etkisi altında şekillenmesini konu ediyor kitap. Öyle bir yabancılaşma ki bu anne ve babasına 'siz', 'efendim' gibi resmi hitap kelimeleri kullanmasına, bu durumu değiştirememesine, bir şekilde topluma da sırtını dönerek her türlü sosyalleşme imkanından ölesiye kaçan ve rahatsız olan bir karaktere neden oluyor. Tuhaflıkları da var karakterin bolca! Örneğin intiharı denemiş fakat ölmeyi becerememiş, her gün gazeteden intihar eden ve ölemeyen kişilerin haberlerini keserek evinin bir odasının duvarlarına asıyor ve o kişileri tanımıyor olmasına rağmen hastanede ziyaret ediyor. Günün birinde ise gazetede kendisi ilan vererek intihar eden kişilere ulaşmaya ve onlar ile birlikte bir nevi topluluk oluşturmaya çalışıyor. Nedeni ise yabancılaşma, sadece kendi türü içinde yaşayabilen canlılardan bir dünya oluşturarak bir nevi yaşama kolaylığı sağlayabilmek kendine. İnsanlar birbirlerinin hayatına fazlasıyla müdahil oluyorlar, sanki bireyin kendisi tarafından değil de koloni halinde yaşanıyor hayatı. Tüm kararları, yaşam tarzı, sevdiği/sevmediği şeyler mercek altında ve sürekli iyi veya kötü anlamda yorum yapılmak için ortada tüm çıplaklığı ile duruyor sanki. Tüm bu müdahaleler bireyin üzerinde fazlasıyla hissediliyor ve fark etmeden kısıtlayıcı etkisini gösteriyor. Kendi hayatını istediği gibi, pişman olmadan yaşayabilen, sona geldiğinde memnun ve huzurlu olabilen kaç kişi tanıyoruz?
Yazarın kurgusunun yanı sıra, karakterin özellikleri, bu özelliklerin oluşmasına neden olan olayları işleyiş biçimi, iç dünyasını, iç ve dış sesini birleştirmelerini dikkate aldığımda romanı 'başarılı'dan daha fazla bulduğumu söyleyebilirim. Fark ettiğim, önemli bulduğum ve yazarın da dikkat ettiğini düşündüğüm/hissettiğim bir özellik de; kurgularında mantık olarak boşluğa veya karakterin kendisinin veya yaşayış biçiminin okuyucu gözünde inandırıcılıktan uzaklaşmasına neden olacak öğeler bulundurmuyor oluşudur.
'Yalnızlık kati. Başka bir şekli yok hayatın, bu işte.'
'Gürültü dediğiniz şey hayatın varlığını ispatlamıyor mu? Sizin de varolduğunuzu dahil olduğunuzu.'
'İnsanlar bazı şeyleri- kendilerini rahatsız veya mutlu eden- paylaşmak isterlerdi, içlerine sindiremezlerdi. Bu gibi insanlar...'
'Hiçbir şey yapmadım anne. Kaçtım bu yüzden, bulunmaya ihtiyacım vardı.'
'Görmüyorlar. Sürekli olarak plan yapmaya devam ediyorlar. Kurgulamaya yaşamaya ve görmemeye devam ediyorlar. Ama sorun onlarda değil. Onların göremediği bir şey yok, aksine bizim göremediğimiz bir şey var. Bu bir şey onların hayatlarını şevkle sürdürmesine yol açıyor, bizimse kendi sessizliğimiz içinde yitip gitmemize.'
'"Bir şey ister misiniz Ayhan bey?" (İçses) İsteriz ama elinizden gelmez, siz sadece boşları alın gidin, ama bize dokunmayın, burada kalıp dolmaya çalışacağız. Başını salladı iki yana. Kadın elinde boş bardakla çıktı gitti.'
''Bunca kapalıyız ama yine de gediklerimizden giriyor insanlar. Üstelik sadece kendileri için, değersiz, önemsiz, sadece bir hareket olsun diye, bir değişiklik olsun diye, hatta çoğu zaman öyle bile değil.'