Bu filmi bugüne dek nasıl izlememişim, gözümden kaçmış
anlayamadım. Mutlaka izlenmesi gereken, arşivlenecek bir filmdi.
Film tamamen farklı yerlerde, birbirinden farklı inanç, ırk
ve sosyal şartlar etkisinde yaşayan insanların hikayesini anlatıyor. Amerika,
Fas, Japonya ve Meksika’dan farklı aileler…
Film bir çobanın keçilerini çakallardan korumak amacı ile
köylüden bir tüfek alması ile başlıyor. Tüfekle atış yapmaya başlayan evin 2
çocuğu arasındaki farklılık atışları ile seyirciye verilmeye çalışılmış. Küçük
çocuk akıllı, her daim pratik çözümleri ve hazır cevapları olan Yusuf, abisi
ise daha temkinli ve kararlı. Yusuf’un tüfekle olan imtihanı başlıyor böylece. Fas’ta
ailesi ile çamurdan bir ev de yaşayan Yusuf’un ‘ilkel’ sayılabilecek hayatını
görüyoruz. Sahip olduğu şartlar, evi, ailesi ve yaşadığı yer tüm keskinliğiyle
bize yansıtılıyor.
Geçiyoruz diğer aileye, Amerika’da biri kız biri erkek iki
küçük çocuk ve Meksikalı bakıcıları Amelia. Fas’lı çocukların köy hayatından
sonra ev ortamı, hayat standartları ve sahip oldukları ile Amerika’lı çocuklar
farkılığı tüm yönleriyle yüzümüze çarpıyor. Bu çocukların annesi ve babası ise
aralarında olan bir sorunu halledebilmek için baş başa kalmaya karar vermişler
ve Fas’ta tatil yapıyorlar. Olaylar arasında bağlantılar farklı hayatlarında
şartları net bir biçimde ortaya koyulara, oldukça ilginç bir film ortaya
çıkmış.
Japon ailenin hikayesi ise; sağır ve
dilsiz lise öğrencisi bir genç kız var. Babası ile birlikte yaşıyorlar annesi kendini bir silahla vurarak intihar etmiş. Hem özürlü oluşu, hem de diğer
arkadaşlarından farklı oluşu ile yalnızlığa itilmiş. Kendi gibi özürlü
arkadaşları ile zamanını geçiriyor ve kendi aralarında iletişimleri oldukça
iyi.
Meksikalı bakıcı Amelia ise yıllar önce ülkesinden ayrılmış,
kendine daha iyi bir hayat sağlayabilmek için. Bakıcılık yaptığı çocukları da
alıp oğlunun düğününe ailesinin yanına Meksika'ya gidiyor. Burada da düzenli ve yüksek
hayat standartlarına sahip bir ortamda yetiştirilmiş Amerika’lı çocukların
Meksika’lılar hakkında duydukları ve onların gözünden bu ‘düzensiz’ ve
‘güvensiz’ olan ülkeye seyahatleri ve başlarına gelen ilginç olaylar anlatılıyor.
Filmde işlenen temel konu farklılıklar, fakat bunu insanların
ortak duygularını kullanarak vermeye çalışması, ilginç olan nokta. Bu da filmi
farklılaştırıyor. Akılda kalan en iyi sahneler ise;
Otobüs camından Amerika’lı kadının çarşaflı kadınlara bakış
şekli, kocasının elini tutup sonra hemen vazgeçişi.
Özürlü Japon kızın arkadaşları ile diskoda
dans etmeye çalışması, sağır olduğu için ise sadece ışıkların heraketine kapılarak
ortama uyum sağlamayı amaçlayan hareketler yapmaya başlaması. İlk defa bir
disko sahnesi bu kadar acıklı olmuştur sanırım.
Four worlds, one story!
Mutlaka seyredilmesi gereken filmlerden biri…