25 Aralık, 2011

Babel

Bu filmi bugüne dek nasıl izlememişim, gözümden kaçmış anlayamadım. Mutlaka izlenmesi gereken, arşivlenecek bir filmdi.

Film tamamen farklı yerlerde, birbirinden farklı inanç, ırk ve sosyal şartlar etkisinde yaşayan insanların hikayesini anlatıyor. Amerika, Fas, Japonya ve Meksika’dan farklı aileler…
Film bir çobanın keçilerini çakallardan korumak amacı ile köylüden bir tüfek alması ile başlıyor. Tüfekle atış yapmaya başlayan evin 2 çocuğu arasındaki farklılık atışları ile seyirciye verilmeye çalışılmış. Küçük çocuk akıllı, her daim pratik çözümleri ve hazır cevapları olan Yusuf, abisi ise daha temkinli ve kararlı. Yusuf’un tüfekle olan imtihanı başlıyor böylece. Fas’ta ailesi ile çamurdan bir ev de yaşayan Yusuf’un ‘ilkel’ sayılabilecek hayatını görüyoruz. Sahip olduğu şartlar, evi, ailesi ve yaşadığı yer tüm keskinliğiyle bize yansıtılıyor.

Geçiyoruz diğer aileye, Amerika’da biri kız biri erkek iki küçük çocuk ve Meksikalı bakıcıları Amelia. Fas’lı çocukların köy hayatından sonra ev ortamı, hayat standartları ve sahip oldukları ile Amerika’lı çocuklar farkılığı tüm yönleriyle yüzümüze çarpıyor. Bu çocukların annesi ve babası ise aralarında olan bir sorunu halledebilmek için baş başa kalmaya karar vermişler ve Fas’ta tatil yapıyorlar. Olaylar arasında bağlantılar farklı hayatlarında şartları net bir biçimde ortaya koyulara, oldukça ilginç bir film ortaya çıkmış. 

Japon ailenin hikayesi ise; sağır ve dilsiz lise öğrencisi bir genç kız var. Babası ile birlikte yaşıyorlar annesi kendini bir silahla vurarak intihar etmiş. Hem özürlü oluşu, hem de diğer arkadaşlarından farklı oluşu ile yalnızlığa itilmiş. Kendi gibi özürlü arkadaşları ile zamanını geçiriyor ve kendi aralarında iletişimleri oldukça iyi.

Meksikalı bakıcı Amelia ise yıllar önce ülkesinden ayrılmış, kendine daha iyi bir hayat sağlayabilmek için. Bakıcılık yaptığı çocukları da alıp oğlunun düğününe ailesinin yanına Meksika'ya gidiyor. Burada da düzenli ve yüksek hayat standartlarına sahip bir ortamda yetiştirilmiş Amerika’lı çocukların Meksika’lılar hakkında duydukları ve onların gözünden bu ‘düzensiz’ ve ‘güvensiz’ olan ülkeye seyahatleri ve başlarına gelen ilginç olaylar anlatılıyor.

Filmde işlenen temel konu farklılıklar, fakat bunu insanların ortak duygularını kullanarak vermeye çalışması, ilginç olan nokta. Bu da filmi farklılaştırıyor. Akılda kalan en iyi sahneler ise;
Otobüs camından Amerika’lı kadının çarşaflı kadınlara bakış şekli, kocasının elini tutup sonra hemen vazgeçişi.
Özürlü Japon kızın arkadaşları ile diskoda dans etmeye çalışması, sağır olduğu için ise sadece ışıkların heraketine kapılarak ortama uyum sağlamayı amaçlayan hareketler yapmaya başlaması. İlk defa bir disko sahnesi bu kadar acıklı olmuştur sanırım.
Four worlds, one story!
Mutlaka seyredilmesi gereken filmlerden biri…