11 Ağustos, 2013

Kendine Ait Bir Oda


Virginia Woolf'un kendi dönemi ve daha öncesini de ele alarak, kadınlar arasından neden erkeklerde olduğu kadar güçlü bir yazar veya şair çıkmadığı sorusuna cevap aradığı kitap. 

Ele alma ve irdeleme anlamında zor bir konu olarak gözükse de, gayet başarılı, net ve tatmin edici cevaplar veren (kısa olmasına rağmen) bir kitap. Kadınların 1800'lü yıllarda uğraştıkları ve toplumun onlardan yapmalarını bekledikleri işler düşünüldüğünde, bunlara eğitim şartları ve eşitsizlikler de eklendiğinde ana hatları ile kitap içerisinde cevabı aranan soruya büyük ölçüde zaten cevap verilmiş oluyor aslında. Yazarın ilginç analizleri, bakış açısı ve verdiği çarpıcı örnekler ile (özellikle ünlü oyun yazarı Shakespeare gibi bir deha çıkaramayışlarını da Shakespeare'in onunla yakın yaşlarda olan kız kardeşini de örnek göstererek) sistematik ve net bir şekilde açıklıyor. Başucu eseri denmesini anlayabildim, okuduktan sonra.

Zamanın değer yargılarının oluşmasında erkeklerin egemenliğinin etkisinin çok ağırlıklı olmasının neticesinde de kadın uğraşlarının 'önemsiz' olduğunun yaygınlaşması da ekleniyor. Bunun neticesinde ise roman ya da şiir yazmaya çalışan kadınlar, kendi dünyalarını kendi gözlemleri ile yazmaya değil de, erkeksi ve öfkeli bir yazı tarzına yöneliyorlar. Başarısızlığı getiren bu erkeksi yazı tarzı, aynı zamanda kadınların dünyasının, bakış açısının ve duygularının şiir veya roman yoluyla edebiyata istenildiği ölçüde taşınamamasına da neden olmuş.

'...Kabaca söylersek futbol ve spor 'önemlidir'; modaya düşkün olmak giysiler satın almak ise önemsiz.Ve kaçınılmaz olarak bu değerler hayattan alınıp kurmacaya taşınırlar. Savaşı konu edindiği için bu önemli bir kitap, diye karar verir eleştirmen. Bu kitapsa önemsiz, çünkü salondaki kadınların duygularını konu edinmiş.'

Eşitsizlik ve bazı haklardan yoksunluğa, kadın değerlerinin toplumda yer edinemeyişinin de eklenmesi ile oluşan öfke, bazı kadınların yazmasına engel olacak derecede büyük olmaktadır. Örneğin Charlotte Bronte gibi.

'...öfkenin romancı Charlotte Bronte'nin tutarlılığıyla oynadığı belliydi. Kendini hikayesine bütünüyle vermesi gerekirken onu bırakıp başka derdine düşmüştü. Hak ettiği deneyimlerden yoksun bırakıldığını hatırlamıştı. Başını alıp dünyayı gezmek istiyordu o, oysa bir papaz evinde ot gibi yaşayıp çorap yamamak zorunda kalmıştı. Öfkesi yüzünden hayal gücü yolundan sapıyordu...'

Tüm bu faktörlere ek olarak ve kapsayıcı bir şekilde dönemin yoksunluklarından biri olarak fiziksel bir yazma mekanının, özellikle kadınların çalışma/yazma odalarının olmayışı da ele alınmış, hatta kitaba adı buradan verilmiş. Yazara göre kendine ait bir odalarının olmayışı, sürekli insanlar ve işler tarafından yazma eylemi boyunca bölünmeleri ve hatta yazdıklarını diğer kadınlardan ve insanlardan saklamak zorunda kalışları da, maddi zorluklar ile birlikte kadınların o dönemde hatırı sayılır eserler çıkaramayışlarının sebepleri olarak aktarılıyor.