'Mehmet'ler Onu bulmalıdırlar.'
Herhangi bir Güray Süngü kitabı okuduktan sonra okuduğum 2-3 kitaba üzülüyorum. 'iyi' olmaları yetmiyor çünkü; o karakter sahiciliğini, hikayelerindeki hakikati bir sonraki kitaplarda aynı derecede bulamıyorum. Bu sefer de olan, hemen ardından okuduğum Aykut Ertuğrul'a oldu ne yazık ki...
İyi bir kitap okuduktan sonra oluşan benzersiz hislerden biri: dünya ile bağlantımızın kesilmesi, özellikle daha sonraki gün ve haftalara kitabın etkisinin devam edişi, yaşayışı tarif edilemez bir zevk veriyor. Ben Ayhan ile Mehmet'in farklı hikayelerin ve kitapların kahramanları olsalar da aynı mahallelerde oturduklarını düşünmeye başladım. Bunların yanında yazarın insana yaralarını sevdirmesi de yok mu.Yaraların bu kadar içten ve yalın anlatımı ender bir özellik. Dilin sahici olabilmesi için fazlalıklarından arındırılmış olması gerekiyor ve bunun çok zor olduğunu düşünüyorum. Gündelik yaşamın içerisinde mekanikleşen varlıklara, yani bizlere insan olduğumuzu hatırlatıyor. Diyor ki dur bak: burada sahici ve insana has durumlar, duygular ve düşünceler var sende de olan, olması ve yaşaması gereken. Mehmet'in hikayesi de böyle.
Hiç kapanmayacak koskoca ve karanlık yaraların herkeste olduğunu anlatıyor. Hayatlarımızın ortak paydası bu mu?. Pay ise küçücük, kendimiz. Kocaman hayata bölünüyoruz çaresizce, baş edemeyeceğimiz bu kadar ortadayken. Varlığımızı tanımaya adım attığımız, dolayısı ile insanlaştığımız anların olmasını sağlıyor bu kitaplar. Hani anlar vardır birinin yüzünde bir duygu veya düşüncesini yakaladığınız ve ne olduğunu anladığınız, o anlar gibi. Bize ait tüm bu halleri bu kadar yalın ifade edebilen yazarları kıskanmamak elde değil.
Mehmet'i sakatlayan serçe parmağı'nda farklı olarak, günlük sayfalarına da yer verilmiş, samimiyetini kat kat arttırmış, güzel buldum. Günlük tutmak önemli, ancak toplumumuzda genelde bir miktar küçümsenen bir alışkanlık. İnsanın aradan onca zaman geçtikten, o anlardan uzaklaştıktan sonra daha 'yakından' bakabilmesini sağlıyor. Seyahat notları gibidir günlük tutmak, bireysel yolculuğumuzun küçük notları. Geri dönüp okunduğunda tekrar o 'yerlere' seyahat etmeyi sağlayan.
Herkes yaralı serçe parmağına sahip çıksın, sonraki açılan tüm yaralar onun üzerine ekleniyor. Bir de yazarın dediği gibi:' Herkesin bir serçesi olsun inşallah'. Okuyunuz.
'Burası o sokaklardandı. Kimsenin yaşamadığı. Herkesin öldüğü. Ölmenin bir süreç olduğu. O sürece hayat dendiği.'
'..korkarım kendime bir kötülük dokunmasından, çünkü yalnızlık akdim korudu beni, yağmurun açacağı yaralardan.'
'Okulda okunmaz derdi zaten babası. Okulda etiketlenirsin. Damga yani. O damgaya bakıp seni işe falan alırlar, para verirler.'
'Bugün sabah ezanını dinledim. Çok güzeldi. Başka bir yolu olmalı.'
'..rabbim bizi dosdoğru yola ilet, rabbim yoluna çöreklenmiş oturanlar var, rabbim bizi dosdoğru, buradan doğru gidersen karşına çıkacak, zaten hemen tanırsın, kocaman bir yapı meydan filan var, yazıyor zaten kocaman, kime sorsan gösterir, kime sorsam, herkese sordum, kimse göstermiyor...'
Herhangi bir Güray Süngü kitabı okuduktan sonra okuduğum 2-3 kitaba üzülüyorum. 'iyi' olmaları yetmiyor çünkü; o karakter sahiciliğini, hikayelerindeki hakikati bir sonraki kitaplarda aynı derecede bulamıyorum. Bu sefer de olan, hemen ardından okuduğum Aykut Ertuğrul'a oldu ne yazık ki...
İyi bir kitap okuduktan sonra oluşan benzersiz hislerden biri: dünya ile bağlantımızın kesilmesi, özellikle daha sonraki gün ve haftalara kitabın etkisinin devam edişi, yaşayışı tarif edilemez bir zevk veriyor. Ben Ayhan ile Mehmet'in farklı hikayelerin ve kitapların kahramanları olsalar da aynı mahallelerde oturduklarını düşünmeye başladım. Bunların yanında yazarın insana yaralarını sevdirmesi de yok mu.Yaraların bu kadar içten ve yalın anlatımı ender bir özellik. Dilin sahici olabilmesi için fazlalıklarından arındırılmış olması gerekiyor ve bunun çok zor olduğunu düşünüyorum. Gündelik yaşamın içerisinde mekanikleşen varlıklara, yani bizlere insan olduğumuzu hatırlatıyor. Diyor ki dur bak: burada sahici ve insana has durumlar, duygular ve düşünceler var sende de olan, olması ve yaşaması gereken. Mehmet'in hikayesi de böyle.
Hiç kapanmayacak koskoca ve karanlık yaraların herkeste olduğunu anlatıyor. Hayatlarımızın ortak paydası bu mu?. Pay ise küçücük, kendimiz. Kocaman hayata bölünüyoruz çaresizce, baş edemeyeceğimiz bu kadar ortadayken. Varlığımızı tanımaya adım attığımız, dolayısı ile insanlaştığımız anların olmasını sağlıyor bu kitaplar. Hani anlar vardır birinin yüzünde bir duygu veya düşüncesini yakaladığınız ve ne olduğunu anladığınız, o anlar gibi. Bize ait tüm bu halleri bu kadar yalın ifade edebilen yazarları kıskanmamak elde değil.
Mehmet'i sakatlayan serçe parmağı'nda farklı olarak, günlük sayfalarına da yer verilmiş, samimiyetini kat kat arttırmış, güzel buldum. Günlük tutmak önemli, ancak toplumumuzda genelde bir miktar küçümsenen bir alışkanlık. İnsanın aradan onca zaman geçtikten, o anlardan uzaklaştıktan sonra daha 'yakından' bakabilmesini sağlıyor. Seyahat notları gibidir günlük tutmak, bireysel yolculuğumuzun küçük notları. Geri dönüp okunduğunda tekrar o 'yerlere' seyahat etmeyi sağlayan.
Herkes yaralı serçe parmağına sahip çıksın, sonraki açılan tüm yaralar onun üzerine ekleniyor. Bir de yazarın dediği gibi:' Herkesin bir serçesi olsun inşallah'. Okuyunuz.
'Burası o sokaklardandı. Kimsenin yaşamadığı. Herkesin öldüğü. Ölmenin bir süreç olduğu. O sürece hayat dendiği.'
'..korkarım kendime bir kötülük dokunmasından, çünkü yalnızlık akdim korudu beni, yağmurun açacağı yaralardan.'
'Okulda okunmaz derdi zaten babası. Okulda etiketlenirsin. Damga yani. O damgaya bakıp seni işe falan alırlar, para verirler.'
'Bugün sabah ezanını dinledim. Çok güzeldi. Başka bir yolu olmalı.'
'..rabbim bizi dosdoğru yola ilet, rabbim yoluna çöreklenmiş oturanlar var, rabbim bizi dosdoğru, buradan doğru gidersen karşına çıkacak, zaten hemen tanırsın, kocaman bir yapı meydan filan var, yazıyor zaten kocaman, kime sorsan gösterir, kime sorsam, herkese sordum, kimse göstermiyor...'