Pazarları Hiç Sevmem
Hani başlangıcında çok iyi, tam benim zevkime uygun dedirten filmler vardır ya, bu film de onlardan biri. Baştan konusunun ilginçliği, oyuncuları ve benim için özellikle Melisa Sözen ile iyi başlayan, kazandığı krediyi ise ilerledikçe yavaş yavaş eriten bir film oldu diyebilirim.
Müdahale şansım olsaydı bir kaç ufak değişiklik ile bu film çok daha iyi bir hale getirerek, kurtarabilir ve tam da o kafamda izlemeyi beklediğim film haline dönüştürebilirdim. Bir tarafta evlenecek bir kız, onu düğüne hazırlayan aile ve arkadaşları; diğer tarafta ise babası hastanede olan iki erkek kardeş ve cenaze hazırlıkları. Bu anlamda hayatın içinden iki farklı güçlü noktayı yakalayarak film zaten iyi bir yerden başlıyor. Tüm bu iyi başlangıç ve oyuncu kadrosu üzerine konu olarak, hasta yatağındaki babanın eski araba tutkusu ve işsiz, aşksız bir kızın hayalleri, yaşamı ile bu noktalar gayet iyi genişletilmiş ve senaryo içinde birbirine bağlanarak sağlam bir zemin yakalanmaya çalışılmış.
Film hakkında düşüncelerim tam da baba karakterinin gömülmesinden sonra ortaya çıkan o efsunlu sahnelerden, yani arabanın sürekli olarak sürücüsüz hareket etmesinden sonra değişti diyebilirim. Bu tür efsunlu, hayaletli ve perili sahneler biraz romantik komedi tadında olan filmlerde sanıldığı kadar da iyi durmuyor. Yabancılaşmaya başlıyor izleyici ve sonuçta filmden kopuş! Sanırım tam olarak filmin türünü oturtamamaktan kaynaklanan sorunlar neticesinde oluşan bir his: sanat filmi mi, romantik komedi mi, dram mı net bir yanıt yok.
Düğünden cenazeye geçen bir grup genç, yaşlı adamın araba tutkusu, iş arayan kızın hem işi hem de aşkı bulması gibi naif ve romantik film karakteristik özelliklerine sahip olsa da film tam olarak çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Hakkında okuduklarım ve fragmanı daha fazlasını vadediyordu. Sonuç olarak zaman kaybı, sıkıcı diyemeyeceğim ama umduğum kadarını bulamadığım başlangıcındaki sağlam zeminden ve fikirden yavaş yavaş uzaklaşan bir film oldu.